New York Times gazetesi tarafından 2010'un en iyi 10 kitabından biri olarak gösterilen İrlandalı yazar Emma Donoghue'un Oda romanı, oldukça sarsıcı bir konuyu ele alıyor. Kitap, ABD'de üniversite eğitimi gördüğü sırada sapık bir adam tarafından kaçırılan ve 6 yıl boyunca "Oda" adını verdiği bir hücrede her türlü istismar ve şiddeti yaşayan 19 yaşındaki bir kadın ile bu süreçte tecavüzlerin neticesinde dünyaya gelen 5 yaşındaki Jack isimli oğlunun hikayesini ele alıyor. Romanda bu hikayeyi Jack'in ağzından dinliyoruz.
İçerisinde bir küçük mutfak ve banyo dışında, tek kişilik bir yatak, masa, gardırop, halı ve televizyon bulunan 11 adımlık bir odada dünyaya gelen Jack, 5 yaşına kadar bu kare hücreden başka hiçbir şeyi tanımıyor. Küçük bir tepe penceresinden gördüğü gün ışığını Tanrı'nın ışığı olarak algılayan Jack, dış dünya için dış uzay tanımı yapıyor. Annesi Jack'e dışarıda başka hayatlar olmadığını söylediği için televizyonda gördüğü her şeyin ise kurgu olduğuna inanıyor. Televizyon insanlarının, ormanların, hayvanların, arabaların gerçek olmadığını düşünüyor. Annesi dışında gördüğü ya da duyduğu demek daha doğru olur tek insan ise onlara bu kötülüğü yapan Yaşlı Nick adını taktığı adam. Bu arada, bir yerden okudum Old Nick, şeytanın yaygın olarak kullanılan isimlerinden biriymiş. Kitabın bu kısmında hayatı bu küçük dört duvar olarak algılayan Jack'in gözünden günlük yaşama dair detaylar çok başarılı bir biçimde resmedilmiş. Roman genel olarak anne ve çocuk arasındaki sevgi ve inancın oluşturduğu kutsal bağı ele alıyor. Jack'in annesiyle bütünlüğü, sevgisi, onun bilgeliğine olan inancı, anne ile oğul arasındaki güçlü iletişim çok iyi bir anlatımla aktarılmış.
Kitabın bu kısımlarında; yazarın beş yaşındaki bir çocuğun gözünden ve onun ağzından hikayeyi çok başarılı, yalın ve akıcı bir anlatımla aktardığını düşünüyorum. Özellikle nesneleri sadece küçük çocukların yaptığı şekilde tanımlaması anlatımın inandırıcılığını artırıyor.
Jack ve Anne'nin (tüm kitap boyunca bu kahramını sadece bu isimle okuyoruz) başarılı bir plan sonucunda bu hücreden kaçışlarının ardından yaşananların anlatıldığı kısmı ben genel olarak daha çok sevdim. Jack'in, bir hayal olduğunu sandığı gerçek dünyayla karşılaşması ve geçirdiği tüm şoklar, uyumsuzlukları, korkuları ve dünyayı keşfetme serüveni çok başarılı bir anlatımla aktarılmış. Kitabın bu kısmında modern dünyanın günlük yaşamının yüzeyselliğine, sıkıcılığına, sahteliğine, insanlar arasındaki korkunç iletişimsizliğe ve gerçeğin ta kendisi olan kurgusuna karşı yapılan ince eleştiriler hem de 5 yaşındaki küçük bir oğlanın ağzından çok güzel bir biçimde verilmiş. Kesinlikle hikayenin özüne zarar vermiyor ve mesajlar okuyucunun gözüne gözüne sokulmuyor. Bana göre kitabın en başarılı olduğu nokta da bu. Bu kısımlarda ayrıca, Jack'in anneyle iki ayrı birey olduklarını kabullenme konusunda yaşadığı sıkıntının da altı çiziliyor. Burada, beni rahatsız eden noktalar ise, diğer insanlar arasında geçen diyalogların aktarıldığı bölümler. Bu konuşmalar olduğu gibi sanki kasetten kaydedilmiş bir biçimde veriliyor. Burada, okuyucunun bu konuşmaların Jack'in ağzından aktarıldığına inanması çok güç.
Çok sarsıcı ve ilginç bir konuyu ele alan ve best-seller olan bu kitap, edebi açıdan çok başarılı bir roman sayılmayabilir. Ancak böyle bir konu çok daha sansasyonel bir dille ele alınıp duygu sömürüsü yapan kitaplar sınıfına girebilirdi. Yazarın samimiyeti ve anlatmak istediği hikayenin özüne olan inancı ve titiz çalışması sonucu bu düzgün romanın ortaya çıktığını düşünüyorum.Ve tam da bu nedenle romanı tavsiye ediyorum.
Bu arada, büyük ses getiren bu romanın yazarından da biraz bahsetmek istiyorum. 43 yaşındaki İrlandalı yazar Emma Donoghue'i ben ilk kez bu romanıyla tanıdım. Ancak University College Dublin'nin Edebiyat Fakultesi'ni birincilikle bitiren yazarın bundan önceki 6 romanıyla da hatırı sayılı bir okur kitlesi yakalamış. Romanlarında genellikle sıradışı konuları ele alıyor. Örneğin henüz Türkçe'ye çevrilmeyen "Kissing the old witch" romanında, masallardaki saf ve güzel prenses ile kötü kalpli üvey anne klişesini lezbiyen bir ilişkiye dönüştürerek yazmış. Yazar ayrıca akademik çalışmalarına Cambridge'de devam etmiş. Bu üniversitede 18. yüzyıl İngiliz romanında kadın erkek arkadaşlığı üzerine doktora yapmış.
Son olarak, yukarıda Oda romanının konusuyla ilgili bilgilere yer vermiştim. Buradan romanın konusunun Avusturalya'da öz kızını 24 yıl boyunca hapsedip tecavüz eden ve ondan 7 çocuk sahibi olan Josef Fritzl olayıyla benzerlik taşıdığını siz de farketmişsinizdir. Donoghue, Guardian gazetesine verdiği röportajda bu benzerlikle ilgili olarak " Pek çok insan benim bu uğursuz olayı kullanarak para kazanma yoluna gittiğimi düşünebilir. Ben öyle olmadığını düşünüyorum. Kitabı okumadan kimse böyle olup olmadığını bilemez" diyor. Oda'nın Flitzl olayına dayandığını söylemenin çok güçlü bir iddia olduğunu savunan yazar, ancak bu olayın kendisini tetiklemiş olabileceğini de belirtiyor.