4 Ocak 2012 Çarşamba

Az - Hakan Günday




Yeraltı edebiyatının sevilen yazarlarından Hakan Günday'ı ben ilk Ziyan romanıyla tanıdım. Fanatik okurları kızacak belki ama okuduğum bu ilk Günday kitabı üzerimde müthiş bir etki yaratmadı. Yine de sert- karmaşık dili, akıcı anlatımı ve derin baş karakteriyle "Oley yeni bir genç romancı keşfettim" hissi uyandırdı bende ve takibe aldım. Ziyan'la gerçekleşen tanışmanın ardından yazarın büyük beğeni toplayan Kinyas ve Kayra ya da Zargana, Azil, Piç Malafa romanlarından birini okumalıydım belki ama ben tersten başladım ve son romanı Az'ı okudum.

İlk olarak kitabın başında örümcek lekesiyle başlayan birkaç sayfalık hikayenin gerçekten şahane olduğunu söylemek istiyorum. Roman 11 yaşında hayatın acımazsızlığını çok sert bir biçimde yaşayarak erken büyümek zorunda kalan ilki kız Derdâ ve Derda’nın hayatların anlatıldığı iki ayrı bölümden oluşuyor. İlk bölümde sado mazoşizm, pornografi, uyuşturucu ve acımasız İslami tarikatların çemberinde merhametini ve saflığını yitiren kız çocuğunun hikayesi aktarılmış. Okuyucuyu yoran bir anlatımı olan ilk bölümdeki kahramanın yaşadığı ağır tecrübeler bende büyük bir etki yaratmadı. Aslında beklenen bu korkunç tecrübelerin ve akılalmaz şiddetin (bence biraz zorlama) insanı uykularını kaçıracak kadar etkileyici ve rahatsız edici olmasıydı ama bu durum en azından benim için geçerli olmadı. Hem karakter hem de olaylar bana çok sahici ve vurucu gelmedi. Açıkçası roman sadece bu karakaterden oluşsaydı çok daha olumsuz bir yorum yapabilirdim.


Özellikle Ziyan kitabından aklımda kalanlar olmasaydı kitabın bu kısmını Batılılar için yazılmış içinde doğunun ve doğulunun bütün kötülüklerinin -hem de aynı insanının başına gelen- anlatıldığı kuru bir hikaye olarak tanımlardım. Bu kısımda etkilendiğim tek bir cümle, anlatım ya da olay olmadı. Bu kısımdaki didaktik anlatım da beni hem zorladı hem de fazlasıyla rahatsız etti. Hakan Günday'ın Ziyan kitabında da var olan kendine has tarzıyla burada da karşılaşmam hoş bir seda bıraksa da konu bütünlüğü açısından özellikle bu ilk bölümde birşeyler eksik kaldı. Zira hikayenin özü popüler dizilerde olduğu gibi abartılı bir biçimde dallanıp budaklandı ve pek çok dal havada kaldı. Bu ilk hikaye korkarım Hakan Günday'ın da profesyonel yazarlığa başladığını gösteren ilk ipucu. Heyecanın ön planda tutulması, gerilimin düşdüğü yerlere bir parça daha klişe doğu meselesi serpilmesi, zorlama tesadüflerin peşpeşe sürüklenmesi bu yorumu yapmama neden oldu. Hakan Günday'ı iki romanını okuduğum için çok iyi tanıyor sayılmam bu yüzden ağır konuşmak istemiyorum ama ikinci bir Elif Şafak sendromunun izlerini görür gibi oldum. Umarım yanılırım.


Gelelim romanın ikinci bölümüne. Burada babası hapiste olan ve annesinin ölümüyle gerçek hayatın acımasızlığıyla başbaşa kalan Derda'nın yalnızlığını ve tutunma çabasını anlatılıyor. İlk satırlardan itibaren karakterler daha sahici hale gelmeye başlıyor, özellikle ergen erkekler arasındaki diyaloglar insanın içine işliyor ve hikaye de akıp gidiyor. Bu tecrübeden yola çıkarak yazarımızın erkek karakterlere çok daha güzel hayat verdiğini söyleyebiliriz. Erkek çocukların naifliğini, hayatın acımasızlığına yaptıkları saf-umutsuz yorumları hem okuyucuya daha net geçiyor hem de çok daha fazla merak ve yakınlık uyandırıyor. Örneğin kitabın yan karakterlerinden İsa isimli çocuğun kimseye anlatamadığı için hayatının akışını değiştiren define hikayesini ben çok merak ettim. Diğer yandan kitabın ilk iki sayfasında anlatılan hikayeyle birlikte kitabın yine şahane olarak nitelendirilebilecek ikinci bölümü ise 244-253 sayfaları arasındaki el yazısı ile yazılmış fantastik masal. Burada da gerçekten iyiki bu kitabı okumuşum dedirtecek kadar müthiş bir anlatım var. Bir de yüzümü güldüren ayrıntıyı vermek istiyorum. "Oğuz Türkleri" espirisine bayıldım. 

Bu bölümde beni rahatsız eden ise Oğuz Atay ve kutsal kitap (!) "Tutunamayanlar" adete romanın önemli bir karakteri gibi yer verilmesi. Sanki Oğuz Atay sevenlerin sempatisini kazanma ısrarı var gibi. Belki Tutunamayanlar'ın bir anda popüler olmasına ve okunmasına vesile olarak olumlu bir işlevi olabilir bu anlamsız zorlamanın. Ama bence ergen erkek çocuğunun yalnızlığını ve loser'lığını paylaşan ve hayatını anlamlandıran anonim bir yazar olarak kullanılsaydı daha iyi olurdu. Oğuz Atay'ın ismi hiç geçmeseydi ya da "ve korkuyu beklemek korkudan beterdi. Bir zamanlar birinin yazdığı gibi.." ile sınırlı kalsaydı bu  olayı şahane olurdu kanımca. Okuyucu kendi keşfederdi Oğuz Atay'ı böylece..

Derdaların tuhaf tesadüfler silsilesiyle karşılaşmaları, birbirlerine aşık olmaları, 40 yıl bir yastığa başkoyduktan sonra birlikte ölmeye karar vermelerinin anlatıldığı kitabın sonuç kısmı için ise fazla yoruma gerek yok. Kötü. Ama yine de bu romanı okumanızı tavsiye ederim, vakit kaybı olmaz.

Bu arada Hakan Günday, Az’la "Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü"nü kazandı.

Doğan Kitap'tan çıkan romanın arka kapak yazısı ise şöyle (Buradaki şiirsel anlatım, romanın genelinde yok): 

 ”sen de fark ettin mi? az dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. biri başlangıç, diğeri son. ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. senin ve benim gibi.” “bir tarikat şeyhinin 11 yaşında oğluyla evlendirilen korucu kızı derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, a’dan z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman…”



      Hiç yorum yok:

      Yorum Gönder