İstanbul... Doğduğum şehir değil belki ama hamurumun yoğrulmaya başladığı, şimdiki varlığımın oluşmasındaki en kritik aktörlerden biri. İstanbul, benim şehrim. Aşık olduğum, aşkı bulduğum ve aşkla ayrıldığım şehir.. Aidiyet duygumu ne yazık ki yitirmeye başladığım son dönemde kendimi hala ait hissettiğim kaotik güzellik. Kaosun en güzel harmanlandığı büyük doluluk, boşluk ve hiçlik. Havasını soluduğum, bakımsız sokaklarında amaçsız uzun uzun yürüyebildiğim için kendimi ayrıcaklı hissettiğim yer. Son günlerde keşke orada olsam da atsam kendimi sokaklara; Sultanahmet'i, Sarayburnu'nu, Ayasofya'yı ayaklarımı yere sağlam basarak dolaşsam yine amaçsız, diye kıvandığım şehir. Bu hissi yaşatansa Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası isimli romanı. Tam bir İstanbul güzellemesi.. Bir aşığın maşukuna yazdığı bir aşk mektubu gibi. Ama polisiye roman kılığında.
İyi bir polisiye roman okuyucusu değilim aslında. Bu nedenle çok iyi bir eleştiri yapamayabilirim. Hikaye İstanbul'un Byzantion olan ilk adını aldığı bir kutsanma töreninin anlatılmasıyla başlıyor. Ardından günümüze kadar yedi tepeli şehrin tarihi mekanlarına bir bir bırakılan avuçlarında şehrin en önde gelen imparatorları adına bastırılmış madeni paralar bulunan cesetlerin sırrını araştıran başkomiser Nevzat ve ekibinin maceraları anlatılıyor. Tarihi yarımadanın farklı yerlerine bırakılan bu cesetlerin kimlikleri araştırıldığında ise bu kişilerin şehri en iyi tanıyanların başında yer almalarına karşın şehrin dokusuna ihanet eden insanlar olduğu ortaya çıkıyor. İstanbul'a ihanet edenlere karşı öfkeyle birlikte katillere hak vermeye başlıyor okuyucu içten içe. Peki katil kim?
Açıkçası roman boyunca benim umrumda bile olmadı bu sorunun cevabı. Hiç de "katil kim olabilir acaba" diye durup düşünmedim. Oysa hikayedeki gerçek kişi sayısı o kadar çok, yazarın verdiği ipuçları o kadar netti ki, iyi bir polisiye okuyucusu katili şıp diye bulup, kitabı okumanın amacı ortadan kalkacağından yarısında bırakabilirdi romanı.
Ben dediğim gibi hem polisiye roman türünden anlamadığımdan hem de ince ince dokunan binlerce yıllık tarihi şehri bu kadar aşkla anlatan romanın arka fonunun -bence baş kahramanı- İstanbul'un hikayesine odaklandım. Çoğu sıkıcı tarih kitaplarına taş çıkaracak bir bilgi birikiminin ürünü olan lezzetli satırların arasına daldım ve tarihte soluksuz bir yolculuğa çıktım İstanbul'da. Farklı İstanbullarla karşılaştım, şehrin önemli mekanlarının meydana geliş serüvenlerine kaptırdım kendimi. Şehrin sırrını çözmek o kadar keyifli geldi ki cinayetlerin oluşturduğu yap-bozu çözmeyi düşünmedim bile. Rüyalarımda hipodromda gladyatörler benim için karşı karşıya geldiler, yani o kadar söyleyeyim. Gördüğüm eski dönem filmlerinin kahramanları, eski İstanbul resimleri, dinlediğim İstanbul'a dair şehir efsaneleri, çeşitli dönemlere dair eski zaman tanrıları, tanrıçaları, çeşitli ülkelerdeki müzelerde gördüğüm tablolardaki olaylar, rüyalarıma girdiler arsızca. Kaosun içinde büyük bir cümbüş yaşandı bilinçaltımda. Tabi İstanbul'a adanmış müthiş şarkıların yaptığı fon müziği eşliğinde. Komiser Nevzat meğersem benim eski bir tanıdığımmış, Kral Byzantion'un kutsanma törenini tanrıçalarla birlikte gözyaşları içinde izlemişim. Daha neler...
Evet, bu kitap "Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım" dememe neden oldu, hem de defalarca.. Bir taraftan eski zaman serüvenlerini okurken bir taraftan da İstanbul'a ilk gittiğimde gezeceğim yerlere ilişkin güzergah belirledim kafamdan.. Topkapı Müzesini, Ayasofya'yı, Beyazıd'ı, Sultanahmeti, Eyüp'ü, Ayazma'yı, sarnıçları, Yedikule zindanlarını, Mimar Sinan'ın şaheserlerini ve tabi ki türbesini... Tüm tarihi yarımadayı artık gücüm yettiğince arşınlayacağım. Ama bu kez daha da bilinçli olarak. Araştırmacı romancılara büyük saygım vardır, bu noktada Ahmet Ümit'e teşekkür borçluyum verdiği nefis, doyurucu bilgiler için. Her sayfada bilmediğim ne çok şey varmış İstanbul'a dair bir araştırayım hissi yarattığı için. Bu saydığım bakımlardan çok başarılı bir esere imza attığı için de tebrik etmeliyim. Bu arada bu kitap yabancı dile çevrilse İstanbul'a turist patlaması olabilir. Bunu da söylemeden geçmeyeyim.
Gelelim Ahmet Ümit'in romancılığına. İlkin roman karakterlerinin biraz yüzeysel anlatıldığını düşünüyorum. İstanbul tarihine odaklanınca bazı noktalar gözden kaçmış sanırım. Örneğin, komiser Nevzat'ın İstanbul hayranı bir komiser olması ve çocukluğuna dair bilgiler güdük kalmış. Ben Nevzat karakterinin ailesini kendisine karşı hazırlanan bir suikastta kaybetmiş polis klişesine dayandırılmasına üzüldüm açıkçası. Yardımcı komiser Ali'nin Deliyürek, Zeynep'inse Arka Sokaklar dizisindeki güzel komiser Zeynep'i hatırlatan karakterler olmasına. Diğer karakterler de klişe kaçmış sanki bazı kahramanlar karikatürize edilmiş. Topkapı Müzesi müdüresi gibi..
Hikayeyle ilgili çok ayrıntı vermek istemem ama romandaki karakterlerin cinayetlere ilişkin değerlendirmeleri ve ruh çözümlemeleri ise bir roman için oldukça zayıf. Daha önce de söylediğim gibi bazı mantık hatalarına rağmen katili bulmak hiç de zor değil. Bu da polisiye romanların ruhuna aykırı değil miydi?
Hikayedeki tarihi öğeler ise yerli yerine otursa da bazı yerlerde gerilimi neredeyse tamamen yok etmiş. Benim kitabı okurken cinayetleri unutup İstanbul tarihine odaklanmamda da bir yanlışlık yok mu?
Sözün kısası İstanbul Hatırası kitabı, roman olarak hele de bir polisiye roman olarak yetersiz kalsa da şahane bir İstanbul güzellemesi. Okumaya değer, bu kitabı okumak kesinlikle zaman kaybı olmaz.
merhaba, kitabı kısa süre önce okudum ben de ve polisiye roman olarak yetersiz kaldığı görüşünüze katılıyorum.
YanıtlaSilbir kitabın başı ancak bukadar güzel sonu da ancak bukadar kötü olabilirdi tebrikler.
YanıtlaSil