6 Ekim 2010 Çarşamba

Manzara'dan Parçalar - Orhan Pamuk

Edebiyat




Baştan söyleyeyim, Orhan Pamuk'un romancılığına hasta olmuş bir kişiliktir karşınızdaki. Her romanını bir solukta okuyup, onunla aynı dili konuşup, aynı atmosferi soluduğu için kendini mutlu, onunla aynı topraklarda doğduğu için şanslı hisseden ve hatta bu nedenle -çoğu zaman olmayan- milliyetçilik duyguları kabaran biriyim. Bu nedenle bu kitapla ilgili çok da  -hatta hiç- nesnel bir yorum yazamayacağımı söylemek isterim. 

Orhan Pamuk bu yeni kitapta, çocukluğundan başlayarak hayatını, babasının ölümünü, siyasi dertlerini, futbol oynarken ve daha da önemlisi romanlarını yazarken neler hissetiğini, sivri sineklerle mücadelesini, sevdiği yazarları, eski ressamları, kadınlarla ilişkilerini, erkeklik hislerini, berber maceralarını, deprem korkusunu, daha önce yayımlanmış birkaç röportajını, New York anılarını, annesinin sigara böreği tarifini, abisiyle ilişkisini ve bunun  dışında bazıları sıradan ama Pamuk anlatınca ilginç bir hale bürünen tecrübelerini içtenlikle okuruyla paylaşıyor. Düşününce bile heyecanlandığım bence Türk romancılığının belki de en şahane örneği Kara Kitap'tan yayımlanmayan bir küçük kesit, küçük bir çocuk gibi heyecanla oluşturduğu Masumiyet Müzesi projesinin gelişimi de var bu kitapta. Daha neler neler... 


Kısacası Pamuk'un hayat, sanat ve edebiyat hakkındaki denemelerinden oluşan ve tutkunu olduğu 1970'lerin İstanbul'u, Nişantaşı, Çukurcuma'yı anlatan bu kitabı, bu yönüyle ele aldığımızda ise pek çoklarına göre, bir tekrardan ibaret olabilir. Özellikle de Öteki Hayatlar başta olmak üzere yazarın tüm kitaplarını okumuş biri için. Pamuk bu kitapta yeni birşey söylemiyor ve İstanbul takıntısını da göz önünde tuttuğumuzda hatta Pamuk artık yalnız bu konuları yazıyor da diyebilirsiniz. Bunun ben de farkındayım ama hiç önemli değil, çünkü Pamuk her daim yeni bir ifade, harika bir duygu ile sizi sarsabilir. Temcit pilavı gibi aynı konuyu döndürüp dolaştırıp anlatsa bile ben hiç usanmadan "Biraz daha anlat, biraz daha anlat" derim. Pamuk'un şahane anlatımını, hissettiği ve aktardığı duyguyu okuyucusuna aktarma gücünü onu okumayan bilemez, anlayamaz. 

Sıkı bir Pamuk hayranı olarak bu kitapta en çok neye vuruldum derseniz ise cevabım kitabın bana Orhan Pamuk'un oturma odasında sohbet ediyormuş izlenimi vermesi ve yazarı en insan haliyle aktarmasıdır. Ve ciddi, ağırbaşlı, çekingen asosyal bir çocuğa benzeyen dış görünümünün ardında hayalperest, şaşkın, yaramaz ve heyecanlı başka bir çocuğun saklandığını göstermesi. Roman yazma tutkusunu ve hatta takıntılı aşkını okuyucuya geçirmesi, hiçbir cemaate ait olmama haklı mücadelesini paylaşması, suçluluk duygusunu, garipliklerini ve yalnızlığını paylaşması. Yani Orhan Pamuk'a ve romancılığına dair ayrıntılar, beni daha da meraklandıran yüzlerce ayrıntı... Kaynağından dedikodular, yazarla paylaşılan ortak takıntıları mutlulukla keşfetmek. Hayatını yazmaya adamış, bu nedenle her gün yalnızlaşmış bir adamın hayatının satır aralarında kimsenin anlayamayacağı sırlar bulmaya çalışmak. Benim kitabı elimden bırakmamamı sağlayan sebepler bunlar.




En kişisel sebep ise beni yazma konusunda teşvik etmesi, cesaretlendirmesi, sanki satır aralarında bana "yaz, yaz, yaz" diye mesajlar yollaması. Benim de içimden ona "evet, yazacağım"  cevabı vermem.

Bu arada, daha az önce okudum. Orhan Pamuk kitabıyla ilgili Banu Güven'e verdiği röportajında, "Önemli olan aslında kimliğimiz değil, insanlığımızdır. Evet, insanlığımızla kimliğimiz birbirine yakındır; ama, insanlığımızın kimliğimizi aşan bir yanı vardır. Tarihe olan borcumuz, insan olmaya olan borcumuzdan daha azdır" demiş. İşte bu ifadeler bile neden Orhan Pamuk'un benim yazarım olduğunun ve yazdığı her satırın okunması gerektiğinin en net kanıtı. 

Sözün kısası, bu kitabı Orhan Pamuk'la ilgili önyargılarından kurtulmak isteyen, bir yazarın hayatını merak eden, hayata, edebiyata, insani korkulara dair ilginç denemeler okumak isteyen, Pamuk'un insani yönünü tanımak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum!

Son olarak, karamsarlığıma, çoğu zaman ruhumu kemiren suçluluk duygusuna ve dünyadaki her kötülükten sorumlu olduğum hissine aşağıdaki açıklamayı getirdiği için yazara teşekkür ediyorum.

 "Bazıları doğarken suçluluk duygularıyla doğuyor, bazılarının payına ise bu duygudan hiçbir şey düşmüyor. Doğuştan hiçbir suçluluk duygusu edinemeyenlerin tek korkusu var: Cemaatten ayrı düşmek. Bunun için herkes gibi düşünüp herkes gibi yaşamak yeter. Suçluluk duygularıyla doğanlar ise işlemedikleri suçlarla da dertlenir, yalnız yaşar, yeraltından ve romanlardan hoşlanırlar. Sonunda onların asıl suçu, duydukları bu suçluluk duygusu olur. Allahım, ben bunu niye yaptım demeye başladığımız zaman, daha yalnız ve daha zengin bir ruhsal hayat bizi bekler. Tasavvufla  ya da Dostoyevski ile biraz ilgilenenler, derin ve zengin kişiliğin "suçluyum" demekle kurulacağını bilirler."

İletişim Yayınları, Çağdaş Türkçe Edebiyat, 25 YTL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder