31 Temmuz 2012 Salı

Sultanı Öldürmek - Ahmet Ümit



Ahmet Ümit'in bir kez daha tarihi olayları kurguyu harmanladığı polisiye romanı "Sultanı Öldürmek" şu çarpıcı cümleyle başlıyor:

"Biri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi, bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?"    

Ahmet Ümit, bu 511 sayfalık uzun romanında soyu Osmanlıya dayanan Osmanlı Tarihi ve özellikle Fatih Sultan Mehmet üzerinde uzman profesör Müştak Serhazin'in 21 yıl beklediği eski sevgilisi dünyaca ünlü tarihçi Nüzhet'in ölümüyle yaşadığı büyük çelişkiyi anlatıyor. Müştak'ın büyük aşkı Nüzhet, 21 yıl aradan sonra bir gün ansızın kahramanımızı arayıp akşam yemeğine davet ediyor. Ancak Nüzhet aynı gün esrarengiz bir biçimde cinayete kurban gidiyor. Evet, onu son gören kişi ise akşam yemeği daveti ya da belki onu öldürmek için evine giden Müştak. İşin ilginç yanı müzmin bir kaybeden olan Müştak hoca psikojenik füg hastası yani bir tür kısa süreli hafıza kaybı hastası olduğundan ve cinayet saatlerinde de bu hastalığı nüksettiğinden katilin kendisi olup olmadığını bilmiyor.Tarihi- polisiye roman işte Serhazinlerin son temsilcisi Müştak'ın cinayetin ardınan başından geçen 4 upuzun günlük maceralarını anlatıyor. 

Kitapta ünlü profesör Nüzhet Hanım'ın cinayetine paralel olarak İstanbul'u feth eden Fatih Sultan Mehmet'in ölümüyle ilgili şüpheler de aktarılıyor. Bu ünlü tarihi şahsiyet de kitabın güçlü karakterlerinden biri. Sultanı Öldürmek; gizemli entrikaların yaşandığı Osmanlı hanedanının en güçlü padişahlarından II. Mehmet'in zorlu iktidar macerasına ve hüzünlü aile hayatına da ışık tutuyor. Sahi, Fatih'in ölümü bir saray entrikası mı? Bu anlamda Ahmet Ümit, Türk edebiyatına daha önceki bir kaç romanında da olduğu gibi yine tarihin çok merak edilen bir dönemi ile günümüzde yaşanan bir cinayeti birleştirerek belki tarihi- polisiye diyebileceğimiz bir roman daha kazandırıyor. Eminim polisiye roman sevenler, kitaptaki bu tarihi olaylara ilişkin çözümlemelerden rahatsız olmuştur ancak bana göre romanın en doyurucu kısımları bu bölümler. Özellikle İstanbul'un fethinin anlatıldığı upuzun bölüm ile Fatih'le Müştak'ın buluştup konuştuğu kısımlar bence nefisti. 


Ahmet Ümit'in, aşk-cinayet-tarih-baba katilliği karışık kurgusuyla kaleme aldığı bu romanda benim en çok dikkatimi çeken unsur; diğer romanlarına kıyasla psikolojik çözümlemelere ağırlıklı olarak yer vermesi ve bunun altından da başarıyla çıkması. Misal, Müştak Hoca'yı hem ete kemiğe bürünmüş haliyle hem de aşırı duygusal kişiliğiyle okur kolayca gözünde canlandırabiliyor. Cinayetin ve tüm romanın kendini katil zanneden baş kahramanın gözünden anlatılması da kitaba ayrı bir tat katıyor. Bu arada, kitapta cinayeti araştıran polisler de tanıdık. Yazarın daha önceki 3 romanından aşina olduğumuz sevimli cinayet büro çalışanları Nevzat Başkomiser, Ali ve Zeynep.

Kitapla ilgili olumlu bunca kelam ettikten sonra gelelim olumsuz eleştirilere. Ben sıkı bir polisiye okuru değilim. Hatta polisiye romandan çok da anladığımı söyleyemem fakat, bu romanın cinayet çözümlemesinde boşluklar bulunduğu ve pek çok soru işaretine neden olduğu aşikar. Ben bile Sultanı Öldürmek romanının iyi bir polisiye olmadığını söyleyebilirim. Katili tahmin eden bir okuyucu var mıdır bilemem ama katili öğrendiğimde büyük bir şaşkınlık yaşadım. Ne cinayet sebebi, ne katil,ne diğer zanlılarının cinayet saatinde yaptıkları inandırıcı geldi. Öte yandan, cinayetle ilgili ayrıntı vermek istemiyorum ama olay örgüsünde boşluklar ve mantık hataları da göze çarpıyor. Buna ek olarak, kitap bir bütün olarak ve tarihi gerçek olayların aktarıldığı kısımlar da özelinde biraz fazla uzun geldi. Hani kitaptan bir 70-80 sayfa atılsa daha iyi olabilir gibi. Zira, yazar akıcı ve kolay okunan anlatımına rağmen sık sık tekrara düşüyor. Bu da özellikle cinayet meraklısı okurlar için sabırsızlık yaratmış olabilir. 

Sözün kısası, ben bu yaz da geleneğimi bozmadım ve bir Ahmet Ümit kitabı okudum. Aşırı sıcakların neden olduğu rehavet anlarında, okuyucuyu yormayan, akıcı, merak uyandıran bu tarz Ahmet Ümit romanları çok iyi gidiyor bana göre. Tavsiye eder miyim? Neden olmasın? Gayet keyifli bir roman...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı


Sinek Isırıklarının Müellifi.. Kısa, özlü, yoğun bir anlatımıyla son dönemde popüler olan aforizma yükü romanlara inat sade üslubuyla dikkati çeken, "olaylar olaylar" yığını olan roman anlayışına yüz vermeyen, tadı şiirsel ayrıntılarda gizli, naif bir Ankara romanı. 2011'de yayımlanan Barış Bıçakçı'nın son romanı olan Sinek Isırıkları'nın Müellifi, toplu konutta yaşanan tekdüze hayata, can sıkıcı hayatını anlamlandırmaya çalışan bir yazara, can sıkıntısının ta kendisine, aşka ve günümüz edebiyat anlayışına dair gösterişi sadeliğinde olan bir kitap. 

Beni karamsar ruh halini, yaşamın can sıkıcılığını Kafkavari anlatımıyla vuran bir yanda Oğuz Atay diğer yanda da Ahmet Hamdi Tanpınar tadı veren ama yanlış anlaşılmasın hem anlatımı hem kurgusu hem de diliyle kendine özgü olan güzel mi güzel bir roman bu. Romana ilişkin ayrıntı vermeden önce benim gibi bilmeyenler için "müellif" kelimesinin anlamını aktarmak istiyorum. TDK'ya göre "müellif"; kitap yazan, bir eseri ortaya koyan, eserin sahibi kimse yani yazar anlamına geliyor.

İletişim Yayınları'ndan çıkan 166 sayfalık bu romanın baş kahramanı hayata en başından kaybeden olarak gelmiş, başarısız bir yazar olan Cemil. Otuzlu yaşların ortasında pek çok insanının hayallerini süsleyen parlak bir mühendislik kariyerine nokta koyup, Ankara'nın bir toplu konutunda 1+1 bir evde doktor karısıyla sade bir hayat yaşayan Cemil, yayımlanması için İstanbul'daki bir yayınevine bıraktığı ilk romanına ilişkin güzel bir editörün değerlendirmesini bekleyen karamsar bir yazar. Sinek Isırıklarının Müellifi bana göre şahane bir bekleyiş romanı. Beklemenin bir umut olduğunu -kimi zaman da bir hayalkırıklığı-, hayatın anlamı olduğunu, bekleyen ve beklediğine sahip olduğunun çok üzerinde bir anlam yükleyen bireyin yaşadığı çelişkileri ve beklemenin belki de hayatın anlamı olduğunu aktaran bir roman.

Barış Bıçakçı, Cemil karakterini fiziksel özelliklerine çok fazla değinmemesine rağmen o kadar güzel resmetmiş ki okuyucu Cemil'i ete kemiğe büründürüp gözünde canlandırabiliyor. Bu roman sadece bu özelliğiyle bile çok başarılı bir kitap. Cemil'in karısı Nazlı ile yaşadığı aşka ve genel olarak aşk olgusuna bakış açısı yönünden değerlendirildiğinde ise bu kitap için bir aşk romanı da diyebiliriz. Diğer yandan, kitabın bazı bölümleri Cemil'in İstanbul'daki editörle hayalinde yaptığı diyaloglardan oluşuyor. Bu bölümlerde günümüz edebiyat anlayışı üzerine çok yönlü ve yoğun bir eleştiri getirmesi açısından da büyük bir önem taşıyor.

Kitaba ilişkin pek çok yorumda da altı çizildiği gibi bu romanının en güçlü yönlerinden bir diğeri de sıradan bir insanının oldukça sıkıcı günlük yaşamına ilişkin küçük ayrıntıların çok başarılı bir biçimde aktarılması. Bu açıdan kitap güzel bir ayrıntılar romanı.  

Sözün kısası, Barış Bıçakçı son dönemde beni en çok heyecanlandıran ve uzun zamandır hasret kaldığım keyifle roman okuma hissini yeniden canlandıran takip edilesi bir yazar. Sinek Isırıklarının Müellifi'ni şiddetle tavsiye ediyorum.