19 Ekim 2010 Salı

Ziyan- Hakan Günday

 

Genç romancı Hakan Günday'ın Ziyan romanını belki kitabın kapağını hiç sevmediğimden olumsuz bir önyargı -kesinlikle önyargı- ile elime aldım. Okuyacak daha iyi bir seçeneğim olmadığından okumaya başladım. Aslında underground romancı olarak tanımlanan Hakan Günday'ın ses getiren diğer romanlarını -Kinyas ve Kayra (2000), Zargana (2002), Piç (2003), Malafa (2005), Azil (2007)- okumamıştım. Hatta merak bile etmemiştim. Peki bu önyargı nerden geliyor hiç bilmiyorum. Ama yukarıda gördüğünüz kapak bence kesinlikle bir felaket. Fazla mesaj kaygılı olduğu için mi, içeriğe dair ipucu ötesi bilgi verme isteği taşıdığından mı yoksa iç sıkıcı derecede anlamsız karanlığından mı bilemem ama gerçekten kötü bir kapak tasarımı. 

Kapak tasarımını bir kenara bırakırsak romanda, doğuda dondurucu soğukta askerlik yapan bir erle Atatürk'e suikast teşebbüsünde bulunduğu gerekçesiyle idam edilen tarihi gerçek kahraman Ziya Hurşit'in gerçeküstü karşılaşmasını anlatılıyor. İyi bir aileden gelen, Fransızcayı çok iyi konuşabilen, üniversiteyi hayatının anlamsızlığını keşfederek bırakan kısacası elindeki pek çok fırsatı tepme tercihini seçen asosyal bir kaybedenin, hayatını inandığı ideal uğruna feda eden Ziya Hurşit'le buluştuğu ve özdeşleştiği an hikayeyi ilginç bir roman yapıyor. 

Yeraltına roman diline çok aşina olmamama rağmen romanın erin dilinden anlatıldığı kısımlar gerçekten çok akıcı ve vurucu. Zorunlu askerliğe ilişkin bilindik ve sıradan eleştiriler toplum dışı asosyallik sınırında yaşayan bir erin dilinden ve toplum içinde olmanın tek gerçek olduğu kışla ortamında anlatılması gerçekten çok etkileyici. Hayata dair korkuları olan bir kaybedenin delirme sınırında kazandığı cesaret ve ikilik hem askerliği hem toplumsal hayatı hem de bireyin yalnızlığını çok güzel bir biçimde aktarıyor. Hayatın ve toplumun bireyi boğan anlamsızlığına sıkıcılığına yönelik öfke kahramanın korkuyla birlikte yaşadığı en net duygu. Ve yazarımız bu duyguyu okuyucuya başarılı bir biçimde geçiriyor.

Tamamen mantığa dayanan, düz ve statik bir gerçeklikle tüm hayatın emirlerle aktığı noktada askerlik esnasında "ışığı kapat, kıyafetini düzelt" gibi emirlerin arasında gerçekliğin yok olmaya başlayıp hayalle-gerçek arasındaki arafta yaşayan erin ruh hali edebiyatın nimetleriyle o kadar iyi aktarılıyor ki okuyucu olarak erin intihar noktasına geldiği her delilik anına hak veriyorsunuz. İşte bu nokta donma noktası hem gerçek anlamıyla hem de bilincin donduğu, hayalin bile öldüğü sembolik anlamda.  


Ancak zorunlu askerliğe dair sıradan eleştirilerin kitabın bazı yerlerinde "bilgi verme" ve "mesaj yollama" kaygısıyla kurguyu bir bıçak gibi kesip hikayeden kısa kopuşlara neden olduğunu söylemek zorundayım. Tam askerlik sırasında yaşanan karamsarlığı ve delilik halini birebir yaşadığınız anda roman kahramanına " Zorunlu askerlik hizmeti, emek, zaman ve kaynak israfıdır. Erlik, derhal bir meslek statüsü kazanmalı ve profesyonel ordunun bir parçası haline gelmelidir." türünden laflar ettirmek gerçekten hem roman sanatına hem de kahramana haksızlık oluyor. Romanın gücünü ve akıcılığını altüst edip sıradanlaştırıyor, sanatsal değerini düşürüyor. Türk dizilerinde aptal seyirciye "Hani siz anlamamışsınızdır. Burada ailenin kutsallığına vurgu yapıyoruz" der gibi her gelişmenin kahramanlardan birinin ağzından ders verir nidada ve didaktiklikte özetlenmesi gibi. Kitap kapağındaki gereksiz mesaj kaygısının tıpatıp aynısı sözünü ettiğim.

Romanın fantastik gerçek kahramanı Ziya Hurşit'in erle ilk karşılaşmalarındaki şaşkınlık ve öfke, korku ve tedirginlik yüklü kısımlar romanın edebi yönünün belki de en güçlü olduğu bölümler ancak roman ilerledikçe Ziya Hurşit'in ağzından okuyucunun biraz da tarih bilgilerini artıralım niyetiyle verdiği bilgiler yine aynı yavan dile maruz kalma sonucunu doğuruyor. Hikayeden yeniden kopuşlar yaşanıyor. Bir diğer eleştiri de Ziyan'ın tam bir erkek romanı olması olabilir. Bu durum kuşkusuz seçilen konudan kaynaklanıyor ama yine de bir kadın olarak romanda sözü geçen tüm kadınların nesneleştirilmesi beni rahatsız etti. 




Bu arada romanın ismi  Ziya Hurşit’in sevgilisine yazdığı mektupları “Ziya’n” diye imzalamasından geliyor askerlikte harcanan zamanın "ziyan" olduğunu falan kastetmiyor sanırım!!
 
Hakan Günday külliyatı içerisinde ne kadar başarılıdır bilemem ama Ziyan hikayede, anlatımda ve zaman zaman kurguda okuyucuyu rahatsız edebilecek unsurlar  içerse de sunduğu farklı üslup için bile okumaya değer. Ben diğer romanlarını da okuyup yazarla ilgili kanaatimi güçlendirme niyetindeyim. Öte yandan, askerliğe ilişkin en ufak bir eleştirinin bile bedelinin çok ağır olduğu bu ülkede böyle bir roman yazmak da yazarın delilik sınırındaki cesareti sanırım.  

Doğan Kitap, 2009, 352 sayfa, 17 YTL 

6 Ekim 2010 Çarşamba

Manzara'dan Parçalar - Orhan Pamuk

Edebiyat




Baştan söyleyeyim, Orhan Pamuk'un romancılığına hasta olmuş bir kişiliktir karşınızdaki. Her romanını bir solukta okuyup, onunla aynı dili konuşup, aynı atmosferi soluduğu için kendini mutlu, onunla aynı topraklarda doğduğu için şanslı hisseden ve hatta bu nedenle -çoğu zaman olmayan- milliyetçilik duyguları kabaran biriyim. Bu nedenle bu kitapla ilgili çok da  -hatta hiç- nesnel bir yorum yazamayacağımı söylemek isterim. 

Orhan Pamuk bu yeni kitapta, çocukluğundan başlayarak hayatını, babasının ölümünü, siyasi dertlerini, futbol oynarken ve daha da önemlisi romanlarını yazarken neler hissetiğini, sivri sineklerle mücadelesini, sevdiği yazarları, eski ressamları, kadınlarla ilişkilerini, erkeklik hislerini, berber maceralarını, deprem korkusunu, daha önce yayımlanmış birkaç röportajını, New York anılarını, annesinin sigara böreği tarifini, abisiyle ilişkisini ve bunun  dışında bazıları sıradan ama Pamuk anlatınca ilginç bir hale bürünen tecrübelerini içtenlikle okuruyla paylaşıyor. Düşününce bile heyecanlandığım bence Türk romancılığının belki de en şahane örneği Kara Kitap'tan yayımlanmayan bir küçük kesit, küçük bir çocuk gibi heyecanla oluşturduğu Masumiyet Müzesi projesinin gelişimi de var bu kitapta. Daha neler neler... 


Kısacası Pamuk'un hayat, sanat ve edebiyat hakkındaki denemelerinden oluşan ve tutkunu olduğu 1970'lerin İstanbul'u, Nişantaşı, Çukurcuma'yı anlatan bu kitabı, bu yönüyle ele aldığımızda ise pek çoklarına göre, bir tekrardan ibaret olabilir. Özellikle de Öteki Hayatlar başta olmak üzere yazarın tüm kitaplarını okumuş biri için. Pamuk bu kitapta yeni birşey söylemiyor ve İstanbul takıntısını da göz önünde tuttuğumuzda hatta Pamuk artık yalnız bu konuları yazıyor da diyebilirsiniz. Bunun ben de farkındayım ama hiç önemli değil, çünkü Pamuk her daim yeni bir ifade, harika bir duygu ile sizi sarsabilir. Temcit pilavı gibi aynı konuyu döndürüp dolaştırıp anlatsa bile ben hiç usanmadan "Biraz daha anlat, biraz daha anlat" derim. Pamuk'un şahane anlatımını, hissettiği ve aktardığı duyguyu okuyucusuna aktarma gücünü onu okumayan bilemez, anlayamaz. 

Sıkı bir Pamuk hayranı olarak bu kitapta en çok neye vuruldum derseniz ise cevabım kitabın bana Orhan Pamuk'un oturma odasında sohbet ediyormuş izlenimi vermesi ve yazarı en insan haliyle aktarmasıdır. Ve ciddi, ağırbaşlı, çekingen asosyal bir çocuğa benzeyen dış görünümünün ardında hayalperest, şaşkın, yaramaz ve heyecanlı başka bir çocuğun saklandığını göstermesi. Roman yazma tutkusunu ve hatta takıntılı aşkını okuyucuya geçirmesi, hiçbir cemaate ait olmama haklı mücadelesini paylaşması, suçluluk duygusunu, garipliklerini ve yalnızlığını paylaşması. Yani Orhan Pamuk'a ve romancılığına dair ayrıntılar, beni daha da meraklandıran yüzlerce ayrıntı... Kaynağından dedikodular, yazarla paylaşılan ortak takıntıları mutlulukla keşfetmek. Hayatını yazmaya adamış, bu nedenle her gün yalnızlaşmış bir adamın hayatının satır aralarında kimsenin anlayamayacağı sırlar bulmaya çalışmak. Benim kitabı elimden bırakmamamı sağlayan sebepler bunlar.




En kişisel sebep ise beni yazma konusunda teşvik etmesi, cesaretlendirmesi, sanki satır aralarında bana "yaz, yaz, yaz" diye mesajlar yollaması. Benim de içimden ona "evet, yazacağım"  cevabı vermem.

Bu arada, daha az önce okudum. Orhan Pamuk kitabıyla ilgili Banu Güven'e verdiği röportajında, "Önemli olan aslında kimliğimiz değil, insanlığımızdır. Evet, insanlığımızla kimliğimiz birbirine yakındır; ama, insanlığımızın kimliğimizi aşan bir yanı vardır. Tarihe olan borcumuz, insan olmaya olan borcumuzdan daha azdır" demiş. İşte bu ifadeler bile neden Orhan Pamuk'un benim yazarım olduğunun ve yazdığı her satırın okunması gerektiğinin en net kanıtı. 

Sözün kısası, bu kitabı Orhan Pamuk'la ilgili önyargılarından kurtulmak isteyen, bir yazarın hayatını merak eden, hayata, edebiyata, insani korkulara dair ilginç denemeler okumak isteyen, Pamuk'un insani yönünü tanımak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum!

Son olarak, karamsarlığıma, çoğu zaman ruhumu kemiren suçluluk duygusuna ve dünyadaki her kötülükten sorumlu olduğum hissine aşağıdaki açıklamayı getirdiği için yazara teşekkür ediyorum.

 "Bazıları doğarken suçluluk duygularıyla doğuyor, bazılarının payına ise bu duygudan hiçbir şey düşmüyor. Doğuştan hiçbir suçluluk duygusu edinemeyenlerin tek korkusu var: Cemaatten ayrı düşmek. Bunun için herkes gibi düşünüp herkes gibi yaşamak yeter. Suçluluk duygularıyla doğanlar ise işlemedikleri suçlarla da dertlenir, yalnız yaşar, yeraltından ve romanlardan hoşlanırlar. Sonunda onların asıl suçu, duydukları bu suçluluk duygusu olur. Allahım, ben bunu niye yaptım demeye başladığımız zaman, daha yalnız ve daha zengin bir ruhsal hayat bizi bekler. Tasavvufla  ya da Dostoyevski ile biraz ilgilenenler, derin ve zengin kişiliğin "suçluyum" demekle kurulacağını bilirler."

İletişim Yayınları, Çağdaş Türkçe Edebiyat, 25 YTL

Dava - Franz Kafka


Edebiyata olan ilgimin ve romanlara olan tutkumun en önemli sebeplerinden biri de Doğu Avrupa edebiyatıdır. Ortaokul yıllarından beri takip ettiğim başta Dostoyevski olmak üzere Doğu Avrupalı ve Rus romancılar, edebiyatı sevmeme yardım etmenin yanı sıra kişiliğimin oluşumunda da büyük bir katkı sağladı.  

Franz Kafka'nın "Dava" romanı Doğu Avrupa romanının en güzel örneklerinden biri. Türkiye'den alışık olduğumuz absürd bürokratik süreçlerin en güzel örneğinin verildiği romanda, bir sabah hiç açıklanmayan sebeplerden ötürü tutuklanan Joseph K’nın hayret verici bir yargı süreciyle mücadelesinin kasvetli hikâyesi anlatılır. 
Yıllar önce okuduğum bu şahane romanının çizgi roman biçiminde yeniden yaratılmış  biçimini dün okudum ve bayıldım. Dünya klasiklerinin çizgi roman biçiminde yeniden okuyucuyla buluşması beni çok heyecanlandırdı. Bu müthiş romanı işinin ehli bir çizerin kaleminden yeniden okumak hem çizgi roman özlemimi giderdi hem de harika vakit geçirmemi sağladı. En baştan söyleyeyim, bu çizgi romanı okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum. Bu şahane uyarlama, romanı yeniden okumaya teşvik etmesi bakımından da önemli bir işlevi var. Ayrıca çizgi romanda kahramanımız Joseph K'nın Kafka'nın gerçek görüntüsünden esinlenerek çizilmesi bence çok iyi bir fikir. 
Biraz da "Dava"nın içeriğinden bahsetmek istiyorum. Eserde, bilinmeyen suçlamalar karşısında masumiyetini kanıtlama konusunda giderek umutsuzlaşan Joseph K'nın otoriter bürokrasiyle absürd savaşı anlatılıyor. Bilmediği bir suça karşı kahramanın kendini savunmak için çaldığı kapılar ve yaşadığı ilginç deneyimler etkileyici bir dille anlatılıyor. Eserde ince bir mizah anlayışıyla saçma bürokratik süreçlerle de alay ediliyor.

Kendisi de hukuk fakültesi mezunu olan Kafka, bu romanı hayatı boyunca çalıştığı Prag Sigorta Kurumu’ndaki işinden eve döndükten sonra, geceleri yazdı. Onun köhne profesyonel yaşantısıyla bu başyapıtında inşa ettiği muazzam bürokrasi hayaleti arasında bağlantı da olayın absürdlüğünün yanı sıra gerçekçiliğini de ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyor. 

Kafka genellikle karamsar ve karanlık ortamlarda geçen absürd hikayeleri ince bir mizah anlayışıyla aktarır. Çizgi romanda da yazarın romanlarında oluşturduğu karanlık atmosfer başarılı bir biçimde oluşturulmuş. Ancak yazarın anlatım kıvraklığını ve oluşturduğu absürd olay örgüsünü daha iyi görmek için romanlarını okumak şart. Kafka'nın eserlerinin en önemli özelliği neden-sonuç ilişkisine yer verilmemesi ve okuyucunun olayları tam olarak kavrayamaması. Bu eser de bunun güzel bir örneği. 

'Dava’nın çizgi romana uyarlama sürecinde iki önemli usta görev almış. İlki Fransız sanatçı Chantal Montellier, diğeri ise bir Kafka uzmanı David Zane Mairowitz. Chantal Montellier Fransa’nın önde gelen “bande dessinée” sanatçılarından. Yazar David Zane Mairowitz ise aynı zamanda oyun yazarı, radyo yönetmeni ve çevirmen. Çizgi romanın çevirisi ise sinema yazarı ve çevirmen Kutlukhan Kutlu'ya ait. 

Kafka'yla ilgili bir iki önemli bilgi daha vermek isterim. Hristiyan bir toplumda Yahudi, Almanca yazan bir Çek olan ve sigortacılık mesleği yüzünden  yazmaya vakit ayıramamaktan şikayet eden Kafka'nın hayatı da aslında eseri kadar absürd. İşi nedeniyle gece geç saatlere kadar oturup zor şartlarda eserlerini kaleme alan bu önemli şahsiyet, romanlarını yayımlamak amacıyla yazmıyordu. Bu nedenle 40 yaşında tüberkülozdan ölmeden önce Kafka, yakın dostu gazeteci Max Brod’dan kendisi öldükten sonra tüm eserlerini yok etmesini istedi. Ancak dostu Kafka'nın bu son isteğini yerine getirmeyerek, edebiyat severlerin bu şahane yazarla tanışmasını sağladı. Kafka’nın diğer iki romanı 'Şato' ve 'Amerika' da Kafka hayattayken yayımlanmadı.



















NTV Yayınları, Çizgi Roman Dünya Klasikleri serisi, 10 YTL